2016 ÇÖZÜM YILI OLACAKTI ”ŞİMDİ DE 2017”
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, müzakerelerde konuşulanın ne konfederasyon, ne üniter devlet olduğuna işaret ederek, hedefin federal çözüm olduğunu belirtti. Akıncı, kurucu devlet anayasalarının ve federal yasaların yazımı gibi hususların 2017’ye de sarkabileceğini söyledi.
Olası çözüm sonrasında Kıbrıs Türk Kurucu Devleti ile Kıbrıs Rum Kurucu Devleti arasında bir ast-üst ilişkisi, bir hiyerarşi, bir üstünlük ilişkisi kesinlikle söz konusu olmayacağını kaydeden Akıncı, Kıbrıs’ın hem güneyinde hem de kuzeyinde şu an geçerli olan iki yapının da yeni koşullara göre geleceğe uzanacak şekilde dönüşeceklerini söyledi. Akıncı, “Kıbrıs Türk Kurucu Devleti de, Kıbrıs Rum Kurucu Devleti de gökten zembille inmeyecek... KKTC, kim ne derse desin federal yeni yapılanmanın Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’ne evrilecektir” dedi.
Cumhurbaşkanı Akıncı, nüfusun sabitlenmesi kesinlikle söz konusu olmadığını belirterek, “Konuşulan oran, şu andaki Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum vatandaşları ile ilgilidir ve 220 bine ile 800 bin rakamlarının matematiksel ifadesidir” ifadesini kullandı.
Akıncı, “Vatandaş olmadan çalışma izni veya benzer yasal düzenlemeler çerçevesinde Kıbrıs’ta ikamet edenlerin durumu ne olacak, Kıbrıs’ta yaşamaya devam edebilecekler mi?” yönündeki soruya “Evet, çalışma ve ikamet izinleri ile yasal çerçevede AB üyesi birleşik federal Kıbrıs’taki hayatlarına devam edecekler. Kıbrıs’ın yeni ekonomisinin işgücüne olan ihtiyacının azalacağını gösteren hiçbir veri yok, hatta tam aksi bu ihtiyacın artacağı öngörülüyor.
Cumhurbaşkanı Akıncı, 25 Eylül’de New York’ta Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı Nikos Anastasiadis ve BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon ile gerçekleştireceği 3’lü görüşme öncesinde TAK’ın sorularını yanıtladı.
Akıncı, müzakere süreci, New York’taki temaslar ve sonrasında beklenen gelişmelerle ilgili değerlendirmelerde bulundu.
“Anayasalar ve federal yasaların yazımı 2017’ye de sarkabilir”
Soru: “Sayın Cumhurbaşkanı, New York’ta 25 Eylül’de Anastasiadis ve BM Genel Sekreteri ile 3’lü bir zirve gerçekleştirileceksiniz. Orada olacaklar ve dönüşteki süreçle ilgili bir değerlendirme yapar mısınız?”
Akıncı: “Geldiğimiz aşamada New York’taki 3’lü zirvede ve orada yapacağım ikili temasların ardından, genel bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra hedef 5’li bir toplantıyı yaşama geçirmektir. Çünkü eğer uzlaşma istiyorsak, bunu geciktirmemenin ne kadar önemli olduğu artık anlaşılmıştır. Müzakere sürecinin ucu açık bir şekilde 2017’ye sarkmasının beraberinde getireceği riskleri defalarca vurguladım.
İlk 4 başlıkta önemli gelişmeler sağlandığı bir gerçek olmakla birlikte, hala ayrılık notaları da vardır. Ancak henüz kapatılmamıştır denilen ve çok fazla sayıda oldukları Rum tarafında iddia edilen hususların pek çoğu, teknik konulardır.
Siyasi konularla teknik konuları birbirine karıştırmamak önemlidir. Kurucu devlet anayasalarının ve federal yasaların yazımı gibi hususlar 2017’ye de sarkabilir… Ancak 2016 sonuna kadar siyasi çözümü sağlamak gerekmektedir ve bunu sağlamak için Kıbrıs Türk tarafı daha çok çalışma kararlılığı ve iradesine sahiptir”
“Kurucu devletler gökten zembille inmeyecekler”
Soru: “Bulunacak federal çözümün aslında ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı demek olduğu ifade ediliyor. Güney Kıbrıs’ta sürece yönelik, federal çözümün Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ortadan kaldıracağı ile ilgili eleştiriler yöneltiliyor. KKTC’de de federal çözümün KKTC’yi ortadan kaldıracağını dile getirenler sizi ‘başında bulunduğunuz devleti ortadan kaldırmakla’ eleştiriyor.
Akıncı: “Kıbrıs Türk Kurucu Devleti de, Kıbrıs Rum Kurucu Devleti de gökten zembille inmeyecek. Toplumlar, kurumlar ve yapılar, evrimleşirler ve dönüşürler. Hiçbir şey yoktan var olmaz, var olan hiçbir şey de yok olmaz. Her iki toplumda da eş zamanlı yapılacak referandumlarla, hem kurucu devletler, hem de federal devlet yapılanması oluşacak. Bu doğrudur ama bu kurucu devletler de gökten zembille inecek değiller. Herkes biliyor ki Kıbrıs’ın hem güneyinde hem de kuzeyinde iki tarafta da şu an geçerli olan iki yapı var ve bu yapılar, yeni koşullara göre geleceğe uzanacak şekilde dönüşecekler.
KKTC, kim ne derse desin federal yeni yapılanmanın Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’ne evrilecektir.
Oluşacak olan yeni federal devletin yeniden AB ve BM üyeliği için başvurmayacağı aşikardır. Ancak bunun kadar aşikar bir unsur daha var: Her iki tarafın da bugüne kadar yaptığı gelmiş geçmiş tüm anlaşmalar, çözüm anlaşması ve yeni anayasaya aykırı olmadıkça, geçerliliklerini koruyacaktır. Dolayısıyla devamlılık söz konusuysa, bu sadece Kıbrıs Rum tarafının değil Kıbrıs Türk tarafının kurumları ve yapılarını da kapsar.
“Mutabakatlarda eyalet diye bir kavram yok”
Soru: Kurucu devletler diyorsunuz ama Rum tarafından bunun yerine “eyaletler” deniliyor.”
Akıncı: “Eyalet kelimesi nerede yazıyor? Müzakere masasında ve bugüne kadarki mutabakatlarda öyle bir kavram, öyle bir terim yok; Kıbrıs Türk Kurucu Devleti ve Kıbrıs Rum Kurucu Devleti var.
Son dönemde Kıbrıs Rum tarafı, ‘tanınmış devletimiz çözümle birlikte elden gidiyor’ eleştirilerinin etkisiyle olsa gerek, kurucu devletlerin önemini daha düşük göstermek için eyalet (province) kelimesi kullanmaya özen gösteriyor.
Bugüne kadar varılan tüm mutabakatlarda kullanılan terminoloji belirttiğim gibi ‘Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’ ve ‘Kıbrıs Rum Kurucu Devleti’dir. Mutabakatlarda ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ kavramı yer almadığı gibi, aynı şeklide ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ kavramı da yer almıyor. Oluşacak olan yeni federal yapıya şimdilik ‘Birleşik Kıbrıs’ (United Cyprus) şeklinde atıf yapılıyor. Üzerinde uzlaşma sağlandığı zaman, o uzlaşılan isim kullanılacaktır”
“Kurucu devletler arasında bir alt-üst ilişkisi olmayacak”
Soru.: “Kurucu devletler arasında ve kurucu devletlerin federal hükümetle aralarında bir hiyerarşi, üstünlük ilişkisi söz konusu olacak mı?”
“Hayır, Kıbrıs Türk Kurucu Devleti ile Kıbrıs Rum Kurucu Devleti arasında bir ast-üst ilişkisi, bir hiyerarşi, bir üstünlük ilişkisi kesinlikle söz konusu olmayacağı gibi, federal hükümetle kurucu devletler arasında da böyle bir ilişki söz konusu olmayacaktır. Federal yapılanmaların temel karakteristiği budur.
Kurucu devletler, federal hükümetin anayasada belirlenen yetkilerinin dışındaki tüm alanlarda yetkili olacaktır. Kurucu devletlerle ilgili şu ana prensip de geçerli olacak:
“Egemenliğin Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlardan eşit olarak neşet edeceği gerçeğine istinaden, kurucu devletler, aynı zamanda yetki alanlarının idari bölgelerini de teşkil eden topraklarında, federal hükümetten herhangi bir müdahale olmadan, kendilerine ait tüm yetkileri kullanarak işlevlerini tam olarak, geri döndürülemez bir şekilde ve münhasıran kullanıp yerine getirirler, kendi anayasaları altında kendi düzenlerini özgürce tesis ederler”.
Bu prensipten de çok açık şekilde görüldüğü gibi, her iki kurucu devletin konumu son derece önemlidir ve gerek kurucu devletlerin kendi arasında, gerekse federal hükümetle aralarında bir hiyerarşi olması söz konusu değildir. Bu mutabakatın bir parçasıdır.
“Müzakerelerde konuşulan ne konfederasyondur ne üniter devlettir”
Soru: Bu anlattıklarınız çok net ancak yine de sormak istiyorum: Konfederasyondan değil federasyondan söz ediyoruz değil mi?
Akıncı: Evet, müzakerelerde konuşulan ne konfederasyondur ne üniter devlettir, hedef federal çözümdür.
Az önce söylediğim mutabakatın bir parçası olan kurucu devletlerle ilgili prensip, gerek kurucu devletlerin birbirleriyle, gerekse kurucu devletlerle federal hükümet arasında hiyerarşik bir ilişkiye değil, kurulacak yeni yapının uluslararası sistemdeki temsiliyeti ile ilgili bir zorunluluktur. İki kurucu devletin var olacağı yeni federal ortaklığın uluslararası temsiliyeti ile ilgilidir.
11 Şubat 2014 belgesinde kurulacak federal devletin tek uluslararası hukuk kişiliği, tek egemenliği (bu egemenlik Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlardan eşit olarak neşet edecektir) ve tek bir birleşik Kıbrıs vatandaşlığı konularında (Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum Kurucu Devletlerinin iç vatandaşlık statüsü de olacak şekilde) mutabakat vardır.
Bununla birlikte kurucu devletlerin belli alanlarda (eğitim, kültür, spor, ticaret, finansman, turizm, bu gibi) alanlarda uluslararası antlaşma yapma yetkileri de olacaktır. Bunu Kıbrıs’ın diplomatik ilişki içinde olduğu devletlerle yapabilecekleri gibi, uluslararası örgütlerle de örneğin UNESCO ve İslam İşbirliği Teşkilatı ve benzerleriyle de yapabileceklerdir.
Kuşkusuz önemli olan ülkemizde federal kültürü geliştirmek ve gerek Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum Kurucu Devletler arasında, gerekse federal merkezi yönetimle her iki kurucu devlet arasında uyum ve işbirliğini tesis etmektir. Bu anlamda gerekli görülen alanlarda, hem kurucu devletler kendi aralarında, hem de federal hükümetle kurucu devletler arasında işbirliği ve koordinasyon anlaşmaları da yapılabilecektir. Federal devletler ancak böyle sağlıklı ve verimli bir şekilde çalışabilirler.
Unutulmasın ki Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’nde söz sahipliği bizim olacağı gibi, federal hükümette de ortaklığımız söz konusu olacaktır. Bu prensip Kıbrıs Rum toplumu için de geçerlidir. Federal hükümet her iki toplumun da ortak bir kurumu olacaktır, herhangi bir toplumun tek sahibi olacağı bir yapı olmayacaktır”
“Yer ismi verilerek kırmızı çizgi çizilmeye çalışılması çözüme katkı sağlamaz”
Soru: “Sayın Cumhurbaşkanı, Kıbrıs müzakere tarihinde hep kırmızı çizgilerden söz edildi. Size yöneltilen en büyük eleştirilerden biri de kırmızı çizgilerden söz etmemeniz. Özellikle toprak düzenlemeleri konusunda güney Kıbrıs yöneticilerinden ‘Güzelyurt’un Kıbrıs Rum Kurucu Devleti’ne iadesi kırmızı çizgidir’ şeklinde açıklamalar yapılıyor. Bu kırmızı çizgi terminolojisi ile ilgili sizin değerlendirmeniz nedir?”
Akıncı: “Elbette benim de bu anlaşmada çok önem verdiğim ve gerçekleşmesini her iki toplum için istediğim temel unsurlar vardır. Toplumların birbirine tahakküm edemeyeceği şekilde özgürlüğün, dönüşümlü başkanlık ve kararlara etkin katılımı içerecek şekilde siyasi eşitliğin ve her iki tarafın da endişelerini giderecek bir şekilde güvenlik ve garanti düzenlemesinin varlığı esastır. Bunları içermeyecek bir anlaşmayı referanduma götürmemiz söz konusu olmaz. Asıl olan bunları gerçekleştirecek akılcılığı her iki tarafın da gösterebilmesidir. Bunları kırmızı çizgi edebiyatı ile polemik malzemesi yapmaya gerek yoktur.
Örneğin bir taraf ‘Güzelyurt’un verilmesi kırmızı çizgimizdir’ demeye başlarsa, diğer tarafa da ‘Güzelyurt’un verilmemesi kırmızı çizgimizdir’ deme hakkı ot1omatik olarak doğuyor. Bu yöntem bir çıkmaz sokaktır, yıllarca denenmiştir ve çözümsüzlüğe hizmet ettiği kanıtlanmıştır.
Müzakere ekibimle birlikte yürüttüğüm süreçte, karşılıklı suçlama ve karşılıklı pozisyon tekrarı ile sürecin tıkanması ve çözümsüzlüğün yeniden üretilmesi alışkanlığından ısrarla kaçındım.
Kıbrıs Tük halkı beni bu göreve, 48 yıldır tekrarlananları yinelemem için değil, çözüm odaklı siyaseti hayata geçirmem için seçti, yetkilendirip görevlendirdi. Benim misyonum adil, makul ve karşılıklı kabul edilebilir çözümdür, çözümsüzlük değil. Kuşkusuz bu, tek taraflı elde edilebilecek bir sonuç da değildir.
Toprak düzenlemeleri konusunun güvenlik ve garantiler ana başlığının hemen öncesinde, spekülasyonlara yol açmayacak farklı bir formatta ele alınmasının gerekliliğini sürekli vurgulamaktayım. Dolayısıyla yer ismi verilerek kırmızı çizgi çizilmeye çalışılması çözüme katkı sağlamaz.
Üstelik basın üzerinden, gazeteler ve televizyon programları üzerinden toprak pazarlığı olacak iş değildir. Böyle bir yaklaşım ve müzakere yöntemi kabul edilemez. Bir televizyon programına çıkıp, veya bir gazeteye mülakat verip “Annan Planı’ndan daha çok toprak talep ediyoruz” demek, “Güzelyurt’un iadesi kırmızı çizgimizdir” demek ne demektir? Size açık söyleyeyim, bu konuları televizyon ve gazeteler üzerinden konuşmaya çalışma yönteminin varacağı nokta büyük bir çıkmazdır. Bu yaklaşım, çözüm değil çözümsüzlük üretir.
Her iki toplumun ihtiyacı olan çıkmaz sokaklarda amaçsız bir şekilde aynı sıkıntı ve sorunlar içinde ömür tüketerek boş yere dönüp durmak değil, eşit, özgür ve güvenli bir geleceğe kol kola, karşılıklı saygı ve özgüvenle yürümektir. Her iki toplum da mevcut sorunlarla kaygılarından ancak böyle kurtulur ve güvenli bir geleceği ancak böyle kurabilir.
“AB, BM gözetiminde yürütülen müzakere sürecinin bir parçası değildir”
Soru: “Müzakere sürecinin BM süreci olması gerekirken, AB’nin de süreçte aktif olduğu ve müzakere masasında BM’den daha fazla belirleyici olmaya başladığı iddia ediliyor. Yürüttüğünüz müzakere süreci BM parametreleri ile BM tarafından mı yürütülüyor yoksa AB de BM kadar etkin bir rol mü üstleniyor?”
Akıncı: “AB, BM gözetiminde yürütülen müzakere sürecinin bir parçası değildir. Her iki taraf arasında, 11 Şubat 2014 ortak belgesinde birleşik Kıbrıs’ın gerek BM parametrelerine, iki kesimlilik ve iki toplumluluğa gerekse AB’nin kurucu ilkelerine saygı göstereceği konusunda anlayış birliği sağlandı. Birleşik Kıbrıs’ın AB üyesi olacağı da biliniyor. Dolayısıyla temel husus olarak müzakereler BM gözetiminde devam ederken, gerektikçe AB temsilcisinden de katkı almakta hiçbir sakınca yoktur. Ancak bu sadece gerektiğinde yapılmaktadır. AB temsilcisi 16 aylık müzakere sürecinde, Sayın Eide tarafından, liderlerin onayı alınmak koşuluyla birkaç kez davet edildi. Yürüttüğümüz süreç bir BM sürecidir. BM gözetiminde bir süreç olmaya da devam edecek.
“Nüfusun sabitlenmesi kesinlikle söz konusu değil”
Soru: “Bir de Kıbrıs Türk nüfusunun sabitlenmesi meselesi var. Bunun antidemokratik, hatta ırkçı bir uygulama olduğu, bir toplumun nüfusunun sabitlenmesinin insan haklarına aykırı olduğu yönünde bolca açıklama ve köşe yazısı yayınlanıyor. Kıbrıslı Türk nüfusunun 220 bin ile ilanihaye sabitlenmesi gibi bir şey gerçekten söz konusu mu?”
Akıncı: “Konuşulan oran, şu andaki Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum vatandaşları ile ilgilidir ve 220 bine ile 800 bin rakamlarının matematiksel ifadesidir.
Nüfusun sabitleneceği ve Kıbrıslı Türklerin eriyip yok olacağı yönündeki demeç ve köşe yazılarını gerçekten hayretle okuyorum. İnanılabilecek gibi değil. Ortada çok büyük bir çarpıtma, çok insafsız bir propaganda var.
Nüfusun sabitlenmesi kesinlikle söz konusu değil. Burada gözetilen temel prensip, nüfusun hem güney Rum hem de Türk Kurucu Devletleri’nin nüfusunun suni bir şekilde, doğal nüfus artış hızının dışında maksatlı ve yapay olarak şişirilmemesidir. Bu hassasiyet zaten Kıbrıs Türk halkının da ortak hassasiyetidir. Kıbrıs Türk halkı bu topraklarda kendi kültür ve kimliğiyle güçlenerek güven içinde yaşamak istiyor.
KKTC İçişleri Bakanlığı Nüfus Kayıt Dairesi’nin resmi ve güncel verilerini alıp müzakere masasına öyle gittik. Sözlü ve tahmini olarak değil, yazılı ve resmi olarak. Ne zaman ve ne şekilde KKTC vatandaşı olursa olsun, KKTC İçişleri Bakanlığı Nüfus Kayıt Dairesi’nde kaydı olan, KKTC kimlik kartı olan her KKTC vatandaşı kökenine bakılmaksızın çözüm günü federal Kıbrıs vatandaşı olacak, otomatik olarak da AB vatandaşlığı haklarını elde edecektir.
Bu, 48 yıllık müzakere tarihinin nüfus konusundaki en ileri aşamasıdır. Annan Planı döneminde çok net hatırlanacağı gibi 40-45 bin kişilik bir liste yapılması söz konusuydu. Şimdi böyle bir liste yapılması söz konusu olmayacaktır.
Seçimlerde insafsız bir şekilde bol bol propagandasının yapıldığı gibi, kimse gemiye konulup sınır dışı edilecek değildir.
Yeni bir federal kültür oluşurken, kendi toplumumuz içinde de bir gerilim ve istismar konusu olarak yıllardır körüklenen bu ayırımcılığı tarihin derinliklerine gömmemiz, yeni bir başlangıçla geleceğe omuz omuza yürümemiz gerekir. Artık bunun zamanı gelmiştir”
Kıbrıs’ta ikamet edenlerin durumu…
Soru: “Peki vatandaş olmadan çalışma izni veya benzer yasal düzenlemeler çerçevesinde Kıbrıs’ta ikamet edenlerin durumu ne olacak, Kıbrıs’ta yaşamaya devam edebilecekler mi?”
Akıncı: “Evet, çalışma ve ikamet izinleri ile yasal çerçevede AB üyesi birleşik federal Kıbrıs’taki hayatlarına devam edecekler. Kıbrıs’ın yeni ekonomisinin işgücüne olan ihtiyacının azalacağını gösteren hiçbir veri yok, hatta tam aksi bu ihtiyacın artacağı öngörülüyor.
Garantiler konusu
Soru: “Peki henüz sadece fikir alışverişi düzeyinde konuşulduğunu bildiğimiz güvenlik ve garantiler konusunda durum nedir? Rum tarafı tek bir Türk askeri kalmasın derken, Kıbrıs Türk tarafı güvenliğini Türkiye’de gördüğünü söylüyor. Bu konuda bir çıkış formülü mümkün olabilecek mi?”
Akıncı: “Eğer ezberlenmiş klişeler yerine, günün gerçeklerini temel alan, geçmişteki deneyimleri yok saymayan makul ve gerçekçi bir yaklaşım benimsenirse, üstesinden gelinemeyecek hiçbir konu yoktur. Buna garanti ve güvenlik de dahildir.
Garanti ve güvenlikle ilgili nihai karar son tahlilde beşli veya Bürgenstock tipi bir nihai toplantıda varılacak uzlaşmayla halledilecektir. İki toplumun bir uluslararası antlaşmayı tek başlarına değiştirmeleri mümkün değildir. Bunu unutmamak lazım.
‘Günümüzde garanti sistemi çağ dışı kalmıştır’ diye bir yaklaşım var. Kıbrıslı Türkler güneye geçtikleri zaman araba plakalarından ayırt edilerek ELAM’cılar tarafından hala taşlanıyorsa, bir Kıbrıslı Rum tüccar Kıbrıs Türk patatesi ihraç ediyor diye, işyeri kuşatılıp tehdit ediliyorsa kimse caydırıcı bir tedbirin çağ dışı kaldığını iddia etmesin.
Elbette 1960’lı yılların Kıbrıs’ında değiliz. Aradan neredeyse 60 yıl geçti. Bu geçen zamanda Kıbrıs da değişti. Bir kere Kıbrıs’ın her yanında, küçük küçük bölgelerde dağınık olarak yaşayan Kıbrıslı Türk nüfusu artık kendi bölgesinde yaşıyor. İki bölgelilik fiilen gerçekleşmiş durumda. 1960’taki garanti ve güvenlik sistemi o dönemin gerçekliği dikkate alınarak kurgulanan bir modeldi. Şimdi gerçeklik değiştiğine göre, bu model yeni gerçekliğe göre yeniden kurgulanmalı. Bu yeni gerçekliğin temelinde iki bölgelilik, iki toplumluluk ve iki kurucu devlet temelinde yükselen federal bir çatı olacak.
Kıbrıs Türk halkı güvenliğini Türkiye’nin garantisinde görüyor. Sarih çoğunluğun düşünce ve algısı budur. Ortada bir risk algısı olduğuna göre, bu riskin gerçekleşmemesi için caydırıcı bir düzenlemenin olması, kurulacak yeni yapının güvenli bir şekilde devamı için gereklidir.
Garanti sistemi kurulacak yeni statüyü korurken, bunun bozulmasına yönelik olası girişimlere karşı da caydırıcı bir etki yapmalıdır.
Kendini sürekli risk altında hisseden bir toplumun, yeni yapıya inanması, güvenmesi, katılması ve yaşatmak için gayret etmesini kim bekleyebilir? Eğer iki toplumlu, iki kesimli, iki kurucu devlete dayalı yeni federal devletin sağlıklı olmasını, yaşamasını istiyorsak toplumların statülerini, can ve mal güvenliklerini sürekli bir tehdit altında hissetmeyecekleri caydırıcı bir garanti rejiminin kurulması gerekir.
Garanti ve güvenlik toplumların geçmiş deneyimlerinden beslenen haklı ve gerçekçi algıları dikkate alınarak konuşulacak bir meseledir.
Garantilere toptan hayır demekle, mevcut sistemin virgülüne dokunulamaz demek aynı şeydir. Her ikisi de gerçekçi değildir. 2016 yılında 1960’ın koşullarına göre kurgulanan yaklaşımı aynen muhafaza etmek makul olmadığı gibi, 1960’tan günümüze yaşanan acı deneyimleri yok sayarak garanti ve güvenlik konusundaki haklı talepleri çağ dışı olarak nitelemek de gerçekçi değildir.
Her iki taraf da makul ve gerçekçi olmalı, birbirini dinlemeli ve anlamalıdır. Bu nedenle hep bir tarafın güvenlik ve garanti yaklaşımı diğer taraf için tehdit oluşturmamalıdır diyorum. Tek taraflı değil, her iki tarafı da düşünen, dinleyen, anlayan bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu yaklaşıma sadece çözümü gerçekleştirmek için değil, federal kültürü kurup yaşatmak için de ihtiyaç vardır”
Çapraz oy uygulaması
Soru: “Sayın Cumhurbaşkanı, seçimlerde çapraz oy uygulaması daha önceki dönemlerde büyük tartışmalara neden olmuştu. Yeni süreçte çapraz oy uygulaması ile ilgili durum nedir? Nüfus çoğunluğu olan toplumun seçimlerde anti demokratik bir belirleyiciliğine neden olur mu?”
Akıncı: “O konu benden önceki dönemlerde de gündemdeydi. Çapraz oy uygulaması sadece başkanlık seçimi için öngörülmektedir. Ama çapraz oy prensibinin söz konusu olabilmesi için de dönüşümlü başkanlığın uygulanması şartı vardır. Çünkü çapraz oy, sadece dönüşümlü başkanlık söz konusu olduğunda federal devletin başkanının seçiminde söz konusu olacaktır. Çapraz oy uygulaması, diğer seçimler için söz konusu değildir.
Her iki toplumdan da başkanlar olacağına göre ve bunlar dönüşümlü olarak tüm Kıbrıs'ı temsil edeceklerine göre, her iki toplumdan da oy alarak seçilebilmeleri uygun olur. Bu oyların etkisi eşdeğer ağırlıkta olacaktır ve bunun etki oranının ilk seçimlerde yüzde on, daha sonra ise en çok yüzde yirmi olması söz konusudur.
Eşdeğer ağırlık prensibi, nüfus olarak çok olan toplumun oyunun, nüfus olarak az olan toplumla oransal olarak eşitlenmesi demektir. Yani bir Kıbrıslı Türk seçmenle bir Kıbrıslı Rum seçmenin oyu, eşit ağırlıkta olacaktır.
Bu düzenleme federal kültürün gelişmesini ve adayların diğer toplumun hassasiyetlerini de dikkate almasını sağlaması açısından önemlidir”