Ey Yalnızlık Krallığı’nın muhafızları,
Derhal tüm saray ve kalenin giriş bahçe kapılarını kapatın. Okçular yerlerini alsınlar, atlı süvari birliklerine tez fermanımı ulaştırın, tüm coğrafyamı, halklarımı, şehirlerimi, köylerimi, çiçeklerimi, sevinçlerimi, düşlerimi, güzelliklerimi ve mezralarımı savunma pozisyonunu alsınlar.
Ey Yalnızlık Krallığı’nın kapı kulları tüm kapıları kapatıp üzerine kör kilitler vurun. Sağır dilsiz cellatlara söyleyin dar ağaçları kurulsun.
Ey Yalnızlık Krallığı’nın müneccim ve büyücüleri, acilen büyüler yapın, beni gözden nazardan, hasetten, savaşlardan ve ölümlerden koruyacak tütsüler yakın..
Şimdi şu an, şuracıkta ölebilirim. Büyük bir savaşın kapı eşiğindeyim…
Ey Yalnızlık Krallığı’nın ulemaları ve şeyhleri, aklımı, fikrimi, zikrimi, dualarımı, tüm gutsal varlıkları ve Tanrı’ya olan inancımı koruyacak dualar edin adıma..
Bir şeyler yapın, hemen şimdi. Tüm inancımı yitirebilirim.
Ey Yalnızlık Krallığı’nın Tanrısı, hani yalnızlık sana mahsustu, o halde sen şu kapı çalıncaya değin neden senin kadar yalnızdım, yoksa ben de senin gibi kimselerin inanmadığı güvensiz bir Tanrı mıydım?
Eğer öyleyse, bunu benden neden sakladınız? Tam tersi ben bir Tanrı değilsem, neden hep milyonlarca yıldır türlüsü hakimiyet kurmuş Tanrılar yalnızlığı mabedindeydim?
Ve neden Tanrı’lar peygamberlerle hep birebir ve yalnız görüşürdü?
Ey Yalnızlık Krallığı’nın Lokmanları, derhal beni teskin edip sakinleştirecek ilaçlar, şuruplar, şifalı otlardan iksirler hazırlayın.
Aklımı ve fikrimi yitirip çıldırmak üzereyim, ne olur, acele edin. Tüm kontrolümü elimden alacak bir güç var kapımda, hadi…”
İçimdeki, ruhumdaki mübaşir çığlıklar atıyordu. Ruhumdaki cazgır çığırtkan bas bas bağırıp yardım dileniyordu.
Güzel günler için çalındığından korktuğum bu kapıyı şimdi tutar da açarsam..
Çok uzaklardan üç günlük yollardan gelmiş, aniden kapımı çalmış, benim sana muhtaç olduğun kadar senin de bana ihtiyaç duyduğun; hiç beklenmedik bir anda kapıyı açarsam ve sen hayatıma dahil olursan.
Sen bana karışır da biz olursak.
Ben, çok uzak düş dünyalarından kapıma gelmiş, gelirken yanında ihtiyacım olan her duyguyu valizine tıkıp bana getirmiş aziz misafirini nerde nasıl ağırlayacağını bilmez aciz, fakir yalnızların çaresizliğine düşerim.
Şimdi sana bu fakir yalnızlığın kapılarını açarsam, senin gibi kutsal bir duyguya nasıl sofra kurarım.
Mutfakta kuru soğan, yumurta ve domatesten başka bir şey yokken.. Ve ben sana mükellef sofralar kurmayı hayal ederken..
Ve ben senin en güçlü, en uygun, en kabullenilir bir zaman dilimine denk gelmeni arzularken.
Ben seni, yersiz kaygılarımdan, tutarsız ruh hallerimden, gelgitli düş ve kalp kırklıklarımdan kurtulmuş bir mevsimde ağırlamayı düşünürken..
Ben seni, senin varlığına katlanabileceğim, daha kolay hazmedebileceğim bir rahatlıkta misafir etmeyi planlarken.
Ben seni, öyle bir an ki; bir anda tek bir anlama dönüşüp, sonsuz bir ana ve anlama dönüşebileceğimiz bir zaman mevhumunda bana karışıp, sen bende, ben de sende yok olup, iki karışımın tek bir kimyasal sentezine dönüşebilme ihtimalimiz için çok özel bir anın aniden peyda olacağı anı beklerken..
Ben, şimdi seni; elektriği ve suyu kesik, üzerine şiirler yazdığım kağıttan gemileri yakarak ısıttığım, çatısı göz yaşı akıtan, duvarları nemden keder demleyen, iç dünyası penceresiz, odalarının ışık almadığı, sensiz fakir, sensiz öksüz, sensiz güneşsiz bu eve nasıl alırım?
Ben şimdi sana çaldığın bu kapıyı nasıl açarım?
Biliyorum, kim olduğunu söylemesen de, sensin biliyorum. En namüsait durumlarda senden başka çim çalabilir ki gönül kapımı.
Adım gibi biliyorum, sensin, adın Mutluluk, soy adın ise aşk. Ama hiç hazır değilim seni misafir etmeye.
Git kapımdan mutluluk, şimdi senle uğraşamam. Hey, mutluluk duyuyor musun beni?
Ekim ayına yakışmaz senin gelişin. Kaldıramam seni, hazmedemem, alışık değilim Ekim’lerde mutluluğa çünkü..
Ekim’de yalnızlaşmaya durur Kıbrıs. Sokaklar insansızlaşır, kalabalıklar el ayak çeker. kapanır kapılar, pencereler kısılır.
Bazı evlerde kalabalık yalnızlıklar, bazı evlerde iki kişilik bazı evlerdeyse tek kişilik yalnızlıklar ve mutsuzluklara kapanır perdeler..
Bizim gibiler sonbahar geldiğinde gerçeklere kapatır gözlerini, hakikatlerden hazlanmaz.
Bizim gibi şiirbaz hayalbazlar Ekim ayı itibarıyla tüm sonbaharı hayali aşklarla, hayali mutluluklarla huzur bularak atlatır.
Çünkü gerçek mutluluklar uğramaz bizim gibilerinin kapılarına ve iç dünya odalarına..
Bizim gibiler, Eylül itibarıyla, hayali de olsa çok uzaklardaki bir aşkın hayaline düşer.
Gerçek mutluluğun şimdi hiç sırası değil. Yazın bitmesini, havaların serinlemesini, ilk yağmurların düşmesini bekler bizim gibi gerçek aşklardan ve mutluluklardan umudunu kesmiş ve tüm bir hayatını ve varlığını hayallere adamış düşbazlar..
Ben ve benim gibiler çok büyük kalabalıklarda yalnızlık dehlizlerinde, tek kişilik yalnızlığındaysa hayali aşkların çöl cennetlerine sığınır.
Ekim ve sonbaharın ilk günleri için hüzün vaktidir artık
“Anasını sattığım şu velet-i zinacıların dünyasında samimiyet, dostluk ve aşk;
önceleri masumca bir huzur, sonraları en munzur namludur..” ne yazık..
Hadi git şimdi kapımdan, çünkü hüzünlü gidişler yakışır Ekim’e ve hayali aşklar..