DOLAR 34,3873 0.06%
EURO 36,5382 -0.01%
ALTIN 2.880,850,31
BITCOIN 2989126-2.77184%
Lefkoşa
°

SABAHA KALAN SÜRE

admin

admin

13 Kasım 2024 Çarşamba

Başbakan Ersin Tatar Milliyet için yazdı: Mavi Vatan’da haklarımıza sahip çıkabilmek

Başbakan Ersin Tatar Milliyet için yazdı: Mavi Vatan’da haklarımıza sahip çıkabilmek
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Böylesi bir süreçte yapmamız gereken ilk iş, akıllı davranarak tarihin tam olarak neresinde durduğumuzu doğru kavramaktır.

Küresel eğilimler, bilgi çağının ve dijital dönüşümün yeni gerçekliğimiz haline geldiğini göstermektedir. Güvenlik ve dış politika alanlarında, siber savaş, tekno-politik gibi konularda uzmanlaşmaksızın başarılı olmak artık mümkün değil. Benzer şekilde, gençlerimizin mutlu olabilecekleri siyasi ve sosyal düzeni oluşturmak için, yapay zeka ve robotik teknolojileri gibi konularda ilerlemek şart.

Odağımızı küresel teknolojik trendlerden Akdeniz’de bölgesel stratejik denkleme doğru yakınlaştırdığımızda, yine hassas süreçler gözlemlemekteyiz.

Şüphesiz, dikkatimizi çeken ilk husus, yeni bir enerji jeopolitiği denkleminin ortaya çıkmış olmasıdır.

Şu an için elimizde bulunan veriler, bulunan hidrokarbon kaynaklarının global enerji piyasalarını sarsacak seviyede olmadığını ancak bölge devletlerinin ekonomilerinde ciddi bir dönüşüme yol açabilecek potansiyelde olduğunu gösteriyor.

Bu kaynakların kârlı pazarlara aktarılması için en ideal merkez (hub) ise Türkiye’dir. İzlenmesi gereken en doğru siyaset ise bölge devletlerinin işbirliği yapmalarıdır. Ancak, en son East-Med gaz boru hattı için İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan arasında bir anlaşma imzalanması örneğinde görüldüğü gibi, bazı devletlerin Türkiye ve KKTC’yi siyasi olarak hedef alma gayretleri, ekonomik akl-ı selimin önüne geçebiliyor.

TARİHSEL MAVİ VATANIMIZ VE YENİ MAVİ VATAN KONSEPTİMİZ

Muhataplarımızın siyasi hesapları rasyonel düşüncenin önüne geçerken, Doğu Akdeniz enerji jeopolitiği sahasında mücadele, askeri kapasitelerin de devreye girmesine sebebiyet verdi.

Neyse ki, Türkiye, 2019 yılında icra ettiği “Mavi Vatan” ve “Deniz Kurdu” tatbikatları ile bölgede harbe hazırlık seviyesi en yüksek ve en caydırıcı ülke olduğunu bir kez daha gösterdi.

Gururla izlediğimiz tatbikatlar, Anavatan Türkiye’nin iradesi karşısında bölgede kimsenin tek yanlı tasarruflarda bulunamayacağını, dayatmalar yapamayacağını bir kez daha net bir şekilde ortaya çıkarmış oldu.

Unutmamalıyız ki, deniz ve okyanus stratejik hatları, tarihin her dönemindeki gibi kritik anlamını korumaktadır.

Halen uluslararası ticaretin büyük bölümü deniz lojistik yollarını takip ediyor. Donanmalar, tıpkı geçmişte olduğu gibi, sadece harbin değil, etkin diplomasinin de kritik unsurları olmayı sürdürüyor. Bu nedenle “Mavi Vatan” ifadesi, siyasi retorikten ibaret değil. Aksine, mavi vatan, jeopolitik bir konsepte karşılık gelmekte. Söz konusu konseptin stratejik hedefi de, Türklerin, Akdeniz siyasi tarihinde yüzyıllarca vaki olduğu üzere, bir deniz gücü olarak, oyun-değiştirici iradelerini geniş bir spektrumda ortaya koymaları ve sonuç almalarıdır.

Zira biz Türkler, dünyanın birçok köşesinde inşa ettiğimiz uygarlıkların yanı sıra, tarihsel olarak, kadim bir Akdeniz medeniyetini de temsil ediyoruz.

Günümüzde, Türkiye’yi Anadolu sahillerine hapsetmeye, Kıbrıs Türklerini de kendi coğrafyalarının bütün zenginliklerinden mahrum etmeye yönelik girişimler bu nedenle kabul edilebilir değildir.

Daha açık söyleyelim, mavi vatanımız, şehit kanları ile sulanmış topraklar kadar kıymetli.

Öte yandan, Anavatan Türkiye’nin milli güç kapasitesinin, bizim için hidrokarbon kaynaklarına ilişkin mücadeleyi aşan, kritik bir önemi daha var.

Son on yılda, Suriye’de yaşanan iç savaş, Baas rejiminin kimyasal harp faaliyetleri, milyonlarca insanın yerlerinden edilmesi ve Avrupa’ya uzanan göç dalgası; terör tehdidi; Libya’da süregelen çatışma ortamı, Lübnan’dan Mısır’a kadar uzanan istikrarsızlık, Türkiye’nin Kıbrıs’a, Kıbrıs Türk Halkı’na sağladığı güvenlik ve güvenlik garantilerinin, Türk Yunan meseleleri ile Kıbrıs’ta iki halk arasındaki sorunları de aşan bir içerik ve öneme sahip olduğunu gösteriyor.

Daha açık ifade edelim, Suriye’de rejim güçleri tarafından, İsrail Hava Kuvvetleri’ne ait uçakları vurmak için ateşlenen Sovyet-Rus yapımı S-200 hava savunma sistemine ait bir füzenin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarına düşmesi, yeni bir bölgesel güvenlik ortamını da özetlemekte.

Böylesi riskler bize, Türkiye’nin tek yanlı müdahale hakkını içeren etkin ve fiili garantilere duyduğumuz ihtiyacın neden artarak geçerli olduğunu açıkça gösteriyor. Belki itiraf etmekten çok hoşlanmıyoruz ama, bizler tehlikeli bir coğrafyada yaşıyoruz… Bu bizim gerçeğimiz ve coğrafyamız da değişmeyecek.

GÖKYÜZÜNÜN ALTINDA NEFES ALABİLECEK BİR YER

Kıbrıs Türkleri olarak bizler, barikatlarda durdurularak her türlü aşağılayıcı davranış ile aranma, toplu mezarlara gömülme, zorla göç ettirilme gibi trajik olaylar yaşayarak, ciddi bir varoluş ve özgürlük mücadelesi vererek bu günlere geldik.

Bizi 21 Aralık 1963’te uygulamaya konulan “Akritas Planı” ile toplu mezarlara gömenler, bir daha asla o karanlıktan çıkamayacağımızı, Kıbrıs’ı Yunan yapabileceklerini düşünmüşlerdi. Ancak, Kıbrıs Türk mücahitleri, 1963-1974 yılları arasında Anavatan Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün desteği ile direndi, Rum-Yunan ikilisinin emellerine ulaşmasına izin vermedi.

1974 yılı 20 Temmuz’unda başlayan harekât ise Türk askerinin cesareti ve yeteneği ile bu gökyüzünün altında biz ve çocuklarımız için de nefes alabileceğimiz bir yer olabileceğini göstermiştir. Bütün planlar yok olmamız üzerine kurulu iken direndik ve 20 Temmuz 1974’te başlayan Kıbrıs Barış Harekâtı ile üzerinde güven içinde yaşayabildiğimiz, Devlet kurduğumuz bir vatana sahip olduk.

İşte bizler, mavi vatanımıza baktığımızda, sadece Türk savunma modernizasyonunun bugün geldiği aşamayı görerek gururlanmıyor, aynı zamanda o karanlık günlerde, fiilen tarihten silinmeye mahkum edilmişken, bize uzanan eli de içtenlikle hatırlıyoruz. Bizler, uzanan bu eli hiç unutmayacak vicdana da, yeni Doğu Akdeniz jeopolitiğini okuyacak kadar analitik birikime ve akla da sahibiz.

Her Türk gibi, kritik milli güvenlik meselelerinde Türk askeri, Orta Doğu’nun en zorlu kriz alanlarından biri olan Suriye’de, Barış Pınarı Harekâtı sırasında dünyanın en tehlikeli terör örgütlerinden birine karşı mücadele ederken desteğimizi ve dualarımızı da onlardan eksik etmiyoruz. Zaten bunun, aksini düşünmek ve yapmak, bize göre akıl ya da vicdan eksikliğini gösterir…

YARINDAN SONRA

Türkiye’mizin de bizim de önümüzde zorlu bir süreç vardır. Bir yandan 21. yüzyılda tekno-politik dönüşümünü yakalamalı, diğer yandan da önümüzdeki on yıllarda bölgesel güvenlik ortamını stratejik çıkarlarımıza göre şekillendirebilmeliyiz.

Bunu başarmak için gerekli kapasitemiz vardır. Dünyanın ilk 20 büyük ekonomisinden birine sahip olan Türkiye, savunma sanayiinin geldiği seviyeden de anlaşılacağı üzere, kritik olayların seyrini değiştirme ve oyun kurma yetenekleri olan ciddi bir bölgesel güç konumunda. Üstelik, Ankara’nın bir yandan Kafkasya’ya ve Orta Doğu’ya komşu, Akdeniz’e ve Karadeniz’e de aynı anda kıyıdaş olan biricik NATO üyesi aktör olması; diğer yandan da, Rusya Federasyonu ile işbirliği zemini geliştirebilme kabiliyeti bulunması, bizler için büyük bir şanstır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 36. yaşını geride bıraktı. Bir üniversiteler ve akademik çalışmalar ülkesi olan KKTC, iklimi, tarihsel mirası ve kültürel dokusuyla turizm ve ticaret için de güzel yarınlar vadediyor.

Ancak milli güç kapasitemizin en kritik unsuru, tüm politikalarımızın merkezi olan yetişmiş insan gücümüz ve milletimizdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” veciz sözlerinde ifade ettiği gibi,” mavi vatanlarında” özgürce nefes almak isteyen Türkiye ve KKTC zorlukları birlikte aşabilecek güce ve potansiyele sahiptirler.

Kıbrıs Türk Halkı, genç, eğitimli ve dinamik nüfus yapısı ile egemen eşitliğinden, Türkiye ile kardeşlik ilişkilerini sürdürerek, Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünden vazgeçmeden, kendi devletinde yaşamak, ekonomik olarak güçlü olmak, bölgenin zenginliklerinden hakkaniyet ölçüleri içinde yararlanmak, dünya ve bölge barışına katkı koymak istiyor.

Böyle bir geleceği kurabilmek için, naif bir iyimserlik yerine gerçekçi bir zekaya; dünyaya Soğuk Savaş’tan kalan dar ideolojik çerçevelerden bakan anlayışlar yerine de, bilimi ve aklı ön planda tutan, fikren 21. yüzyıla uygun bir vizyona ihtiyaç vardır.